“İnsan” Canlısının Motor-Duyu ve Psikolojik Gelişimi

  • Anasayfa
  • “İnsan” Canlısının Motor-Duyu ve Psikolojik Gelişimi
Image Çocuk

“İnsan” Canlısının Motor-Duyu ve Psikolojik Gelişimi

  • 09 Ocak 2023

Doğanın en ilginç canlısı olan “insan” değişik kültürlerde “dünyanın hakimi”, “yaratılmışın en hayırlısı”, “en akıllı varlık”, “üstün varlık” gibi değişik sıfatlarla olarak tanımlansa da söylenebilecek ortak nokta doğayla pek de uyumlu olan bir doğasının olmadığıdır.

Dünyaya 9 ay 10 günlük (10 lunar ay ya da 40 hafta) zorlu ve mucizevi bir yolculuktan sonra gelen insan yavrusu doğumundan ölümüne kadar sürekli değişen motor, duyu ve psikolojik donanıma sahiptir. Bu kadar dinamik bir sürecin doğru yönetilmesi ise dünyaya gelmesiyle birlikte yaşadığı her dönemin kendi karakteristiğinin iyi bilinmesi ve doğru yönetilmesi ile mümkün olmaktadır.

Doğada insan haricindeki hemen her memeli canlı kendi yaşam döngülerini bağımsız yönetebilecek donanımla dünyaya gelir. Doğumdan sonra kısa bir süre anne bakımına ihtiyaç duyar ve bu süreç sorunda kendi türüne özgü yaşam koşullarına uyum sağlayabilecek düzeye gelir.

İçgüdüsel ve sosyal öğrenme ile hayatta kalma becerilerini sergileyen canlıların ortak özelliği ise doğumdan sonra fiziksel ve duyusal olgunlaşma için çok kısa bir süreye ihtiyaç duymalarıdır. Karada onları soğuktan koruyan kalın kürkleri, avlanmak için pençe ve dişleri, avlanma için hassasiyet kazanmış refleksleri var iken suda yaşayabilmek için solungaçları, yüzgeçleri ve üreme sistemlerine evrimleşmişlerdir. Bu haliyle doğayla oldukça uyumlu ve doğanın bir parçası olarak kabul edilebilirler.

Peki insanoğlunda bu durum nasıl gerçekleşmektedir?

Dünyaya tamamen savunmasız bir şekilde gelen insan yavrusu, ne onu soğuktan koruyabilecek deri katmanı ya da kürke, ne beslenmek için avlanmasına yardımcı olabilecek vücut parçalarına (gaga, keskin dişler, pençeler, hassas refleksler) ne de onun hayatta kalmasına yardımcı olabilecek sürü ekosistemine sahiptir.

Evrimin Homo Sapiens (modern insan, düşündüğünü düşünen insan) basamağında olan “İnsan” motor, duyusal ve psikolojik açıdan olgunlaşmadan doğar ve bu organ ve sistemlerin gelişip olgunlaşması doğumdan sonra çok uzun bir süre devam eder. Bu açıdan bakıldığında “insan” doğum sonrası anne bakımına en uzun süre ihtiyaç duyan canlı olarak kabul edilmektedir. Bu haliyle “insan” içine doğduğu doğayla uyumlu olmadığı gibi, hayatta kalmak için doğayı kendine uydurmak zorundadır. Isınmak için ateş, barınmak için ev, avlanmak için ise alet yapmayı icat etmek zorunda kalmıştır.

Tıpkı kadim metinlerin dediği gibi “cennetten dünyaya düşmüş” bir varlık gibi görünmektedir. Normal şartlar altında insan canlısının gelişimi, ana rahminde gerçekleşen döllenmeyi takip eden 40 haftalık süreç boyunca “intra uterin gelişim dönemleri”, doğumdan sonra ise “extra uterin gelişim dönemleri” olarak iki ana fazda incelenir. Diğer canlılar gibi “insan yavrusunun” gelişimi ana rahmine düşmeden önce başlar. Anne babanın fiziksel ve mental sağlığı anne babanın tüm hücreleri üzerinde olduğu gibi üreme hücreleri üzerinde de etkilidir ve belki de yavrunun bütün ömür boyu taşıyacağı fiziksel, mental ve psikolojik etkilere sahiptir.

Peki bu etki nasıl gerçekleşmektedir?

Annenin ve babanın doğum öncesi sahip oldukları fiziksel durumunun bir sonraki kuşağa genetik olarak aktarıldığı genetik bilimi vasıtasıyla bilinmektedir. Neslin devamını sağlayan üreme fonksiyonu ile sadece yeni bireylerin dünyaya gelmesi değil, aynı zamanda anne ve babanın yani insan ırkının genetik materyali de bir sonraki kuşağa aktarılması sağlanmaktadır.

Bu aşamada aktarılan genetik bilgi ile sadece yavrunun cinsiyeti ve fiziksel özellikleri aktarıldığını, bu aşamada herhangi bir seçilimin yapılmadığı ve buna bir müdahale olmadığı da bilinmektedir. Yani üreme ile aktarılan genetik bilgi ile yavru dişi ya da erkek, sağlıklı veya hastalıklı olabilir, sağlıklı ise doğum sonrası aldığı uygun yavru bakımı ile hayatına devam edebilir ve o da günün birinde başka bir birey ile çiftleşerek ürer ve böylece kendi neslini devam ettirir.

Diğer seçenekte ise hastalıklı genlere sahip olan birey doğumdan sonra hayatta kalmayı başarırsa ve uygun bir yavru bakımı alırsa hayatına devam edebilir, edemez ise hayatta tutunamaz ve yaşam döngüsünden elenir. Bu durum bizlere hayatta kalabilmek ve neslin devamlılığı için sağlıklı olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Evrimin temel mekanizması, sadece güçlü ve sağlıklı olanın değil uyum yeteneği en yüksek olan canlının hayatta kalması üzerine programlanmıştır ve bu nedenle insan yavrusu hayatta kalabilmek için sadece iyi bir genetik mirasa değil yüksek uyum yeteneğine de ihtiyaç duymaktadır (Noah Hariri, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens; 2011).

İçinde bulunduğu doğayla uyum içinde olan insan ırkı her dönem neslini devam ettirmiş ve genetik ve kültürel mirasını bugüne taşımıştır. Günümüzde ise bu durum gözle görülür bir hale gelmiştir. Anne ve babanın döllenme öncesi fiziksel ve mental sağlıkları üreme hücrelerine genetik bilgi olarak kodlanır ve bu durum belki kendilerinin bile haberi olmadan bir sonraki nesilde görünür hale gelir. Çoğu zaman fiziksel ya da mental açıdan sorun yaşayan bireylere tanı koyulurken anne-baba sağlığının öğrenilmek istenmesi de bu nedenledir. Son yıllarda gelişerek artan tanılama sistemleri bize sadece fiziksel değil, mental ve psikolojik birçok özelliğin de genetik olarak aktarılabileceğini göstermektedir.

Peki insan sağlığı ve neslin devamlılığı genetik her şey midir?

Genetik canlının hayatta kalması ve neslin devamlılığını sağlayan bilginin aktarımı konusunda temel parametre olsa da son zamanlarda karşımıza “epigenetik” denilen bir kavram çıkmaktadır. Bu kavram bizlere en az genetik kadar, çevresel faktörlerin de yavru üzerinde önemli bir rol oynadığını göstermektedir.

DNA’mızda kodlanan iyi ya da kötü her durumla karşılaşmıyoruz, çevresel etmenler bu genlerin aktif olmasını ya da pasif kalmasını neden olarak hayati bir rol oynar ve bu etki kuşaklar boyu devam edebilir. Bu aşamada anne ve babadan alınan genler ortam koşullarına göre aktif olur veya uykuda kalır (Sinan Canan, Değişen Beynim; 2018). Bu da demek oluyor ki DNA’mız kadar içine doğduğumuz dünya ve yaşadığımız çevre de fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak önemli bir etkiye sahiptir.

Kampanyalar, eğitimler ve ücretsiz atölyeler için

E-bültene Kaydolun

Yorumlar (0)

Yorum Yap

Görüşleriniz benim için önemli, düşüncelerini benimle paylaşabilirsin.

En Çok Okunanlar